Boşanma Sebepleri ve Boşanma Sonrası Anlaşmazlıklar

Türk Medeni Kanunu madde 124’e göre Türkiye’de 17 yaşını doldurmuş erkek veya kadın evlenebilir. Evlenen bu çiftler ilerleyen dönemde bazı anlaşmazlıklar yüzünden ayrılmak isteyebilirler. Böyle bir durumda da evli çiftler boşanmak için mahkemeye başvurmak durumdadırlar. Mahkemeye başvuran çiftler Boşanma davasını açarken genel veya özel bazı boşanma sebeplerine dayanmak zorundadır.

Özel Boşanma Sebepleri

  • Zina
  • Hayata kast, çok kötü muamele, onur kırıcı davranış
  • Suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme
  • Terk
  • Akıl hastalığı

Genel Boşanma Sebepleri

  • Evlilik birliğinin temelden sarsılması
  • Anlaşmalı boşanma
  • Ortak hayatın yeniden kurulamaması

Bu boşanma sebeplerinin bir kısmı pek karşımıza çıkmasa da bir kısmı boşanma davalarında epeyce görülmektedir. Bunlardan bir kısmını genişçe anlatmakta fayda vardır.

Zina Sebebiyle Boşanma Davası

Zina tarihten bugüne kadar çoğu toplumda evlilik birliği içinde yapılması halinde çok büyük sadakatsizlik olarak görülmüştür. Ülkemizde de bu durum geçerli olup zina sebebiyle boşanma davası açılması halinde zinanın varlığı kanıtlanırsa hakim tarafları boşamak zorundadır. Yani hakimin bu durumda hiçbir takdir yetkisi yoktur. Ama bu sebeple açılacak boşanma davasını belli sürelerde açılması lazımdır. Zinayı öğrenen eş zinayı öğrenmeden itibaren 6 ay içinde her halde 5 yıl içinde bu davayı açmalıdır. Ayrıca eşini affetmiş eşin bu sebeple dava açma hakkı düşer. Bu affetme illa sözlü bir şekilde olmasına gerek yoktur. Yargıtay kararlarında zinayı öğrenen eş öğrenmeden sonra eşiyle birlikte aynı evde kalmaya devam ediyorsa eşini affetmiş olarak saymaktadır.

Zina sebebiyle boşanma davası açılabilmesi için illa farklı iki kişinin birlikte cinsel ilişkiye girmesine gerek yoktur. Örneğin başka kadınla birlikte otelde aynı odada kalmak zina sebebine dayalı olarak açılan boşanma davasının açılması için yeterlidir.

Anlaşmalı Boşanma

Ülkemizdeki boşanmalarda genelde maddiyat konusunda ve çocukların velayeti konusunda anlaşamadıkları için çekişmeli boşanmalar daha fazla olabilmektedir. Hele ki akrabalar da devreye girince “Sen bana bunu aldın, düğünde şu kadar altın taktık.” gibi laflarla boşanma davaları uzun yıllar sürer. Boşanma davası sırasında yeni bir evlilik de yapamadığı için eşler belki de gençliklerinin en önemli zamanlarında bu boşanma davası ile kendilerini yıpratır ve gençliklerini yok ederler. Bu sebeple taraflar ufak da olsa bir anlaşma olanağı varsa birlikte anlaşmalı boşanma davası açmaları sürecin daha kısa sürmesi açısından önemlidir. Taraflar her konuda anlaşmaları durumunda dava süreci yıllarca sürmeyecek ve hemen sonuçlanacaktır. Böyle bir durumda tavsiyemiz tarafların bir aile hukuku avukatı aracılığı ile hazırlayacakları protokolü imzalamalarıdır.

Evlilik Birliği İçinde Edinilmiş Mallara Ne Olacak?

Eşler evlenmeden önce veya evlendikten sonra evlilik sözleşmesi yapabilirler. Ama ülkemizde eşler genelde böyle bir sözleşme yapmazlar. Bu sebeple eşler mağdur olduğu 2002 yılında çıkarılan yeni Türk Medeni Kanunumuzda evlilik sözleşmesi yapmayan eşlerin yasal mal rejimi olan edinilmiş mal rejimine katılması öngörülmüştür. Bu mal rejimine göre evlilik birliği içinde alınmış mallar belli şartları sağlaması halinde eşler arasında yarı yarıya bölüştürülecektir. Burada akla gelen ilk soru 2002 yılından önce evlenen eşler için hangi mal rejimi uygulanacaktır? 2002 yılından önce evlilik birliği içinde alınmış mallar kimin üzerine ise veya kim almışsa onun olacakken 2002 yılı sonrası alınan mallar yukarıda belirttiğimiz gibi belli şartları sağlaması halinde yarı yarıya bölüştürülecektir.

Düğünde Takılan Altınlar!

Boşanma davalarında baş rolü oynayan en büyük sorunlardan biri düğünde takılan takılardır. Yargıtayın güncel kararlarında düğünde takılan takıların kadının olacağı yönündedir. Tabi günümüzde sanal paranın da var olması ile insanlar eşlerin sanal cüzdanlarına düğün hediyesi olarak sanal para verebilecektir. Böyle bir durumda Yargıtay nasıl bir tutum izleyecek biz de merakla beklemekteyiz.

Tedbir ve Yoksulluk Nafakası

Tedbir nafakası, boşanma davası açıldığından itibaren işler ve boşanma davası sonuçlanana kadar devam eder. Bu durumda tedbir nafakası isteyen tarafın kusursuz olması da şart değildir. Boşanma davası sonuçlandıktan sonra da yoksulluğa düşecek taraf diğer taraftan daha ağır kusurlu olmamak şartıyla karşı tarafın mali gücü oranında boşanma davasının kesinleşmesinden sonraki 1 yıl içinde süresiz olarak yoksulluk nafakası isteyebilir. Yani her iki taraf kusursuz olsa bile yoksulluk nafakasına hükmedilebilir. Bu yoksulluk nafakası yoksulluk nafakası alan kişinin mali durumunun değişmesine göre veya o kişinin evlenmesi ortadan kalkar. Günümüzde ise sıklıkla karşımıza çıkan durum yoksulluk nafakası alan tarafın sırf bu yoksulluk nafakasını almaya devam edebilmek için başka biriyle resmi nikah yapmayıp sadece dini nikahla veya hiç dini nikah yapmadan beraber yaşamasıdır. Eğer böyle bir durum ortaya çıkar ve kanıtlanabilirse yoksulluk nafakası talep halinde ortadan kalkacaktır. Medyada da çokça gördüğümüz üzere Acun Ilıcalı, Şeyma Subaşı’ya yüklü miktarda yoksulluk nafakası vermektedir. Ama medyadan takip ettiğimize göre Şeyma Subaşı bu evliliğinden sonra başka kişilerle sevgili olmuştur. Acun Ilıcalı mahkemeye talep etmesi halinde bu yoksulluk nafakası ortadan kalkacaktır.

Maddi ve Manevi Tazminat Davası

Boşanma davası sonucunda var olan veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Ayrıca boşanmaya neden olan vakalar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. Her iki dava da boşanma davası kesinleşmeden itibaren 1 yıl içinde istenebilecektir.

Sonuç

Bu makalede kısaca boşanma davasını ana hatları ile anlatmaya çalıştık. Elbette tek bir yazı ile böyle önemli bir olayı tüm ayrıntıları ile anlatmak mümkün olmayacaktır. Bu sebeple başınıza böyle bir talihsiz olay gelmesi halinde ofisimize gelerek alanında uzman aile hukuku avukatlarımızdan konuyla ilgili avukatlık hizmeti alabilirsiniz.

Mal Rejimi Sözleşmesi | Bilinen Adıyla Evlilik Sözleşmesi Nasıl Yapılır?

TMK.md.203 hükmüne göre:

Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Taraflar, istedikleri rejimini ancak kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilirler, kaldırabilir veya değiştirebilirler.

Yasanın 203. maddesi eski Medeni Kanunu’muzun 171. maddesini kısmen değiştirmek suretiyle tekrar etmektedir.

Maddenin kaynağı olan İMK.md.182 hükmüdür. Ancak İMK.md.182 iki cümleden ibaret olan hükmü iki ayrı fıkra halinde hükme bağlamışken, bizim 203, madde iki cümleyi tek fıkra olarak düzenlemiştir.

Maddede iki konu düzenlenmiştir.

Birinci cümle mal rejimi sözleşmesinin yapılabileceği zamanla ilgilidir. İkinci cümle ise mal rejimi sözleşmesinin konusuyla ilgilidir.

1. Sözleşmenin Evlenmeden Önce veya Sonra Yapılabilmesi

Yeni TMK’muz, eski TKM’sinde olduğu gibi, eşler için bir mal rejimi sözleşmesi (evlilik sözleşmesi) yapma zorunluluğu getirmemiştir. Eşler, bir mal rejimi sözleşmesi yapmadıkları takdirde, aralarında yasal mal rejimi geçerli olacaktır. Eskiden yasal mal rejimi mal ayrılığı iken, yeni yasada bunun yerine edinilmiş mallara katılma rejim getirilmiştir.

Eşler, yasal mal rejimini benimsemedikleri takdirde, bunun yerine, seçimlik rejimlerden birine ilişkin mal rejimi sözleşmesi (evlilik sözleşmesi) yapabilirler. TMK. md. 203 hükmü, eski TKM. md. 173 ‘deki bir kuralı tekrar etmektedir. Bu hükme göre: rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir.

Eşlerin mal rejimi sözleşmesini evlenmeden önce yapmaları ile evlenmeden sonra yapmaları arasında, İMK’ndan farklı olarak bizim TMK’muzda aşağıda ele alacağımız, mal sözleşmesinin şekli bakımından bir fark vardır. Evlenmeden önce, mal rejimi sözleşmesi (evlilik sözleşmesi) yapılmasında eşlere notere gitme olanağı yanında, evlendirme memuruna yazılı olarak da mal rejimini beyan edebilmeleri olanağı getirilmiştir. Halbuki, evlenmeden sonra yapılacak olan mal rejimi sözleşmesinde bu olanak mevcut olmayıp, eşler, evlenmeden sonra, sadece noterde mal rejimi sözleşmesi yapabileceklerdir.

Bu konuda eski TKM’mizde bir başka fark daha yaratılmıştı. Eski TKM. md.173/f.II “Evliliğin devamı sırasında yapılan evlenme mukaveleleri mahkemenin de tasvibine iktiran etmek lâzımdır” hükmünü içermekteydi. Bu hükme göre, eşler evlendikten sonra mal rejimi sözleşmesi yapacak olurlarsa, bunun geçerliliği mahkemenin onayına bağlanmıştı.

Yeni TMK’muzda bu hükme yer verilmemiş, eşlerin gerek birbiriyle, gerekse üçüncü kişilerle yapacakları hukuksal işlemlerde sözleşme özgürlüğü ilkesine yer verilmiş; yasanın 193. maddesinde, kanunda öngörülen haller dışında, eşlerin bu özgürlüğe sahip oldukları kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak, eşlerin evlenmeden sonra yapacakları mal rejimi sözleşmesinde de mahkemenin onayı koşulu yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece, bu noktada, yeni yasada eşler arasında mal rejiminin evlenmeden önce veya sonra yapılması arasında bir fark kalmamıştır.

2. Mal Rejimi Sözleşmesinin Konusu

TMK.md. 203 mal rejimi sözleşmesinin “seçilebilir, kaldırılabilir veya değiştirilebilir” olabileceğini öngörmüştür.

Buna göre mal rejimi sözleşmesinin konusu yasal mal rejimi dışındaki seçimlik rejimlerden birinin kabul edilmesine, mevcut yani ister yasal isterse seçilmiş olan mal rejiminin kaldırılmasına ve yerine başka bir mal rejiminin seçilmesine ya da mevcut mal rejiminin değiştirilmesine ilişkin olabilir.

Her üç halde de maddeye “kanunda yazılı sınırlar içinde” ölçüsü konulmuştur. Buna göre gerek seçim, gerek kaldırma gerekse değiştirme ancak kanunda yazılı sınırlar içinde mümkün olabilecektir.

Yasa koyucu hem mal rejimi türü (tipi) bakımından hem de mal rejimlerinin içeriği bakımından eşlerin seçimi konusunda bir sınırlandırma getirmiştir.

Mal rejiminin seçimi, eşlerin yasal mal rejimi dışında kalan üç rejimden biTini seçmelerini ifade eder. Buradaki “seçim” sözcüğü “kanunda sınırlı bir şekilde sayılmış olan üç mal rejiminden birine ilişkin sözleşme yapabilmeyi” ifade eder. Yoksa burada tek taraflı bir irade açıklaması ile istenilen hüküm ve sonucu doğuran teknik ve dar anlamda bir “seçim hakkı” söz konusu değildir. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi “mal rejimi seçimi” içinde yer alanlardan birisi değildir. Zira yasal mal rejimi zaten eşlerin diğer üç mal rejimini seçmemiş olmaları halinde geçerli olan rejimdir. Bu nedenle yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi “seçimlik rejimin konusu” olamaz. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi seçimlik bir rejim olmamasına karşın, eşler yasal mal rejiminde ancak yasal sınırlar içinde değişiklikler içeren bir sözleşme yapabilirler. Buna göre yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi ile ilgili olarak yapılacak sözleşme maddedeki ifadesiyle “mal rejiminin değiştirilebilmesine” ilişkin sözleşme olabilir.

Mal rejimi sözleşmesinin konusu “mal rejiminin kaldırılması” olabilir, Bu durumda eşler arasında mevcut olan yasal ya da seçimlik üç rejimden birinin yeri. ne diğer bir mal rejiminin kabul edilmesi gündeme gelebilecektir. Eşlerin aralarındaki yasal mal rejimini kaldırmaları ancak üç seçimlik rejimden birini kabul etmeleri halinde mümkün olabilecektir. Bu nedenle eşlerin “üç seçimlik rejimden birine ilişkin sözleşme yapmadan yasal mal rejimini kaldırmalarına ilişkin bir sözleşme yapmaları” mümkün değildir. Böyle bir sözleşme yapılmış olsa bile aralarında yasal mal rejimi geçerli olacaktır. Zira bu durumda TMK. md. 202 f.I uygulanacak; bu maddenin II. fıkrasında sözü edilen “diğer rejimlerden birini kabul etmeleri” söz konusu olmadığından yasal mal rejimi kaldırılamayacaktır. O halde mal rejimi sözleşmesi ile yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin kaldırılması onun yerine seçimlik üç mal rejiminden birinin kabul edilmesi ile mümkün olabilecektir.

Mal rejiminin konusu “mal rejiminin değiştirilmesi” olabilir. Burada da TMK. md. 203 ‘de konulan “kanunda yazılı sınırlar içinde” olma kaydı geçerlidir. Yasa koyucu yasal ve seçimlik rejimlerde eşlerin yapabilecekleri değişiklikleri hükme bağlamış, değişiklikler konusunda yasal sınırlar getirmiştir.

Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminde yasa eşlerin yapabilecekleri değişikliklere ilişkin düzenlemeler getirmiştir. Örneğin: TMK.md.221 f.I “Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken malvarlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler” hükmü yer almıştır. Bu hükme göre eşler yasal mal rejiminde her malvarlığı değerinin kişisel mal sayılması konusunda sözleşme yapamayacaklardır. Böyle bir sözleşmeyi ancak “bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken” mal- varlığı değerlerinin kişisel mal sayılması için yapmak mümkün olabilecektir. Aynı maddenin II. fıkrasında eşlerin mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilecekleri öngörülmüştür. Öte yandan TMK.md.227 f. III’de “Eşler, yazılı bir anlaşmayla değer artışından pay almaktan vazgeçebilecekleri gibi ,pay oranını da değiştirebilirler” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükme göre eşler mal rejimi sözleşmesiyle “değer artış payı” (katkı alacağı) talep etmeyeceklerini kararlaştırabilecekleri gibi, alacakları pay oranını da değiştirebilecektir. Nihayet bu konuda bir başka örnek TMK 111d’ 237 ‘de yer almaktadır. TMK. md. 236 hükmüne göre edinilmiş mallara katılma rejiminde her bir eş artık değerin yarısı üzerinde katılma alacağına sahiptir. Ancak TMK. md. 237 f.I “Artık değere katılmada mal rejimi sözleşmesiyle başka bir esas kabul edilebilir” hükmü ile eşlerin sözleşme ile yarı oranda katılma alacağı yerine farklı bir oran (her birinin dörtte biri gibi) kararlaştırabilirler.

Edinilmiş mallara katılma rejiminde eşlerin yapabilecekleri bu değişiklikler dışında mal ortaklığı rejiminde de yapılabilecek değişikliklere sınırlı bir şekilde yer verilmiştir. Örneğin. TMK.md.274’de mal ortaklığı rejiminde değer artış alacağı konusunda edinilmiş mallara katılma rejimine ilişkin 227. maddedeki düzenlemeye yollama yapılmıştır. Yollama yapılan 227. maddenin III. fıkrası karşısında eşlerin yasal mal rejimi ile değer artış alacağından vazgeçebilmeleri ya da pay oranını değiştirebilmeleri mümkün olabilecektir.

Mal rejimine ilişkin olarak eşlerin yaptıkları anlaşma bir sözleşme olduğuna göre sözleşmelerin kurulmasına ve geçerlilik koşullarına ilişkin hükümlere uygun olarak kurulması gerekir. TMK. md. 5 “Bu kanun ve Borçlar Kanununun genel nitelikli hükümleri, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu hükme göre Borçlar Kanunu’muzda düzenlenmiş olan sözleşmelerin kurucu ve geçerlilik unsurlarına ilişkin hükümler (İBK. md.1928;30-39 gibi) mal rejimi sözleşmeleri için de aranacaktır.

Mal rejimi sözleşmelerinde uyulması gereken şekil kuralları TMK. md.205’te düzenlenmiştir. Buna göre;

Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılır. Ancak, taraflar evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini yazılı olarak da bildirebilirler.
Mal rejimi sözleşmesinin taraflarca ve gerektiğinde yasal temsilcilerince imzalanması zorunludur.

Mal rejimi sözleşmesi hakkında daha detaylı bilgi almak için Bursa Aile Avukatı sayfamızı ziyaret ederek, avukatımıza soru sorabilirsiniz.

Velayet Hakkını Almayı Etkileyen Durumlar | Velayet Davası

TMK md. 182 hükmüne göre:

Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.

Mahkeme, kararında kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerinin yerine getirilmemesi halinde menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayetin değiştirilebileceğini ihtar eder.

Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.

Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.

1.Velayetin Ana veya Babadan Birine Verilmesi

Evlilik devam ederken, ana ve baba velayet hakkına birlikte sahiptirler (TMK. md.336). Ancak, ister evlilik devam ettiği halde eşler ayrı yaşarken, ister eşler boşanırken, isterse mahkemece eşlerin ayrı yaşamasına karar verilirken, velayet hakkının hangi eşe verileceği, velayet hakkı kendisine verilmeyen ana veya babanın da çocuklarla kişisel ilişkisi konusu önem taşır.

TMK. md.182 f.I, boşanma veya ayrılığa karar verilirken, çocuklarla ilgili alınacak kararın başında “ana ve babanın haklarını” hükme bağlamıştır. Bu hüküm, boşanma veya ayrılığa karar verilmeksizin, eşlerin birlikte yaşamaya ara vermeleri halinde de uygulama bulur. Zira, TMK. md. 197, eşlerin birlikte yaşamaya ara vermeleri halinde IV. fıkrasında TMK.md. 182 hükmüne yollama yapmıştır.

Yasa, boşanma veya ayrılığa karar verilirken, ana ve babanın haklarının, yani velayet hakkının da hükme bağlanmasını öngörmüştür. Zira, boşanma veya ayrılığa karar verildiğinde artık ana ve baba birlikte yaşamamaktadır.

TMK. md.182 f.I, velayet hakkının ana veya babadan hangisine verileceği konusunda doğru bir karar verilebilmesi için, öncelikle ana ve babanın; çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesinin alınmasını öngörmüştür.

TMK. md.182 f.I, velayet hakkının ana veya babadan hangisine verileceği konusunda doğru bir karar verilebilmesi için, öncelikle ana ve babanın; çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesinin alınmasını öngörmüştür.

TMK. md.182 f.I, velayet hakkının ana veya babadan hangisine verileceği konusunda doğru bir karar verilebilmesi için, öncelikle ana ve babanın; çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesinin alınmasını öngörmüştür.

Bu düşüncenin alınması bir zorunluluk olarak öngörülmemiş “olanak bulundukça” ifadesi ile, somut olayın gerekli kılması halinde düşüncenin alınması hakimin takdirine bırakılmıştır.

Olanak varsa, dinlenecek olan kişi ana ve baba; çocuk vesayet altında ise vasi ve vesayet makamı yani sulh hukuk hakimidir.

Maddede, çocuğun dinlenilmesi hükmüne yer verilmemiştir. Ancak, çocuğun yaşı itibariyle dinlenilmesinden sağlıklı bir karar verilmesi mümkün ise, hakimin çocuğu dinlemesi de mümkündür.

2. Çocukla Kişisel İlişki

Çocukla kişisel ilişki, velayet hakkı kendisine verilmeyen ana veya baba için söz konusudur. Bunu, velayet hakkı kendisine verilmeyen ana veya baba ile çocuk arasındaki görüşme olarak da adlandırmak mümkündür.

Hakim, velayet hakkını düzenlerken, zorunlu olarak velayet hakkını ne vermediği ana veya baba ile çocuk arasındaki kişisel ilişkiye da karar verecektir. Boşanma veya ayrılık eşleri birbirinden ayırmakta, ayrı yaşamalarına neden olmaktadır. Eşlerin birbiriyle görüşmesi ya da görüşmemeleri yönünde bir karar verilmesi düşünülemez. Eşlerin görüşmesi yasaklanamaz. Böyle bir görüşme, eşlerin tamamen kendi anlayış ve takdirlerine kalmıştır. Boşanma veya ayrılık velayet kendisine verilmeyen eşin çocuklarıyla kopması ve görüşmemesi sonucunu doğuramaz.

TMK. md. 182 f.II, ana veya baba ile çocuk arasındaki kişisel ilişki kararının verilmesinde çocuğun yararını üstün tutmuştur. Bu nedenle, bu kararın verilmesinde “çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları” esas alınacaktır.

Çocuğun sağlığı kavramına, bedensel sağlığı yanında, özellikle ruhsal sağlığı girer. Çocuk, bedensel olarak gelişmemiş ya da engelli olabilir. Bu durumda, yeti kendisine verilmeyen ana veya baba ile bu çocuk arasında kişisel ilişki verilirken, çocuğun her hafta sonu ve birkaç gün görüşmeye götürülmesi sağlığına zarar verebilir. Aynı şekilde ruhsal sorunları olan bir çocuğun velayeti kendisine verilen ana veya babadan alınıp, sık sık velayet kendisine verilmeyen ana veya babaya verilmesi de ruhsal gelişmesi bakımından sakıncalı olabilir.

Maddede bu kararın verilmesinde çocuğun “eğitim ve ahlak bakımından yararları göz önünde tutulacaktır. Bu anlamda olmak üzere, her hafta sonu özel eğitim gören bir çocuğun velayet kendisine verilmeyen ana veya babayla kişisel ilişki kuması çocuk yararına olmayabilir. Aynı şekilde, çocuğun velayet kendisine verilen ana veya babanın kültür ve eğitim anlayışı, yaşadığı ortamdan uzun süre uzaklaşmasının velayet kendisine verilmeyen ana veya babanın kültür ve eğitim anlayışı arasında bocalamasına yol açılmaması da gerekir.

3. Nafaka

TMK. md. 182 f.II son cümlesinde “Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.” hükmünü getirmiştir.

Bu hüküm, velayet hakkı kendisine verilmeyen eşin çocuk için ödeyeceği nafakayı düzenlemektedir. Bu nedenle, burada söz konusu olan “çocuğun giderlerine iştirak” yani iştirak nafakasıdır.

Madde, ödenecek nafaka miktarı konusunda “yükümlünün gücü oranında” ölçüsünü getirmiştir. Bu nedenle, nafaka yükümlüsü olan ana veya babanın ekonomik ve mali gücü göz önünde tutulmalıdır.

Öte yandan, bu nafakaya karar verilirken “çocuğun tüm bakım ve giderlerinin” velayet kendisine verilmeyen eşe yüklenmesi de doğru değildir. Zira, TMK. md.327 “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır.” genel kuralını koymuştur. Bu kural, sadece eşler birlikte yaşarken geçerli olmayıp, boşanma veya ayrılık kararı verilirken de geçerlidir. Bunun sonucu olarak, nafakaya karar verirken, velayet kendisine verilen eşin de bu yükümlülüğünün bulunduğu göz önünde tutulmalıdır. Bundan, her iki eşin çocuğun giderlerine eşit olarak katlanması gerektiği sonucu çıkartılmamalıdır. TMK. md.182 f.II’de ifade edildiği gibi, nafaka yükümlüsünün gücü göz ardı edilemez. Bunun yanında, velayet hakkı kendisine verilen eşin diğerinden farklı olarak çocuğun sağlığı, eğitimi, korunması konusunda emek sarfettiği, zaman harcadığı da nazara alınmalı, onun bu emeğinin karşılığı da çocuğun toplam giderlerinin ne kadarına nafaka yükümlüsünün katlanması gerektiği konusunda hesaba katılmalıdır.

Velayet ve velayetin iptali ile ilgili daha fazla bilgi almak için Aile Hukuku Avukatı‘mızdan yardım alabilirsiniz.

hediyelerin iadesi davası

Nişan Hediyelerinin İadesi Hangi Şartlarda Mümkündür?

TMK. md. 122 “Hediyelerin Geri Verilmesi” kenar başlığı altında iki fıkradan ibarettir.

Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir.

Hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır”.

Maddenin kaynağı olan İMK.md.94 ise, bizden farklı olarak bir III. fıkra daha içermektedir. Bu III. fıkra hükmüne göre:

“Nişanlılık nişanlılardan birinin ölümü ile son bulduğunda, geri verme talep edilemez”.

Buna göre, İsviçre’de nişanlılık ölüm ile son bulduğunda hediyelerin geri verilmesi talebi reddedildiği halde, bizim 122. maddede böyle bir hüküm yer almadığından, ölüm halinde de hediyelerin geri verilmesi mümkün olacaktır.

Hediyelerin iadesi talebi ile tazminat talebini birbirinden ayırt etmek gerekir.

Tazminat davası, sadece nişanın bozulması hali ile sınırlı olarak kabul edilmiştir. Nişanın bozulması dışındaki sebepler, tazminat davasına neden olamaz. Örneğin; nişanlılardan birinin ölümü ya da ehliyet kaybı tazminata yol açmadığı halde hediyelerin geri verilmesi söz konusu olabilecektir.

Öte yandan, tazminat davasında nişanın bozulmasına sebebiyet veren kişinin kusuru arandığı halde, hediyelerin iadesi davası kusur koşuluna bağlanmamıştır.

Nişanlılığın sona ermesi halinde, nişanlıların aldıkları hediyeleri korumaları haksız bulunmuş, bunların nişanlıların evlenecekleri umudu ile verilmiş olması nedeniyle, nişanın sona ermesi halinde iadesi kabul edilmiştir. Ancak nişanlılık evlenme ile son bulmuşsa beklenen umut ve amaç gerçekleştiğinden iade gündeme gelmeyecektir. Nitekim yasa da “evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse” ifadesi ile bu amacı ortaya koymuştur.

Aslında TBK.md.77 ve takip eden maddelerde, sebepsiz zenginleşme hükümleri, keza TBK.md.295’te bağışlamanın geri alınması hükümleri varken, neden böyle bir özel hükme gerek olduğu sorusu sorulabilir. Ancak sözü edilen maddeler incelendiğinde, hediyelerin geri verilmesi için aranan koşulların farklı ve sıkı olduğu görülecektir. Bu nedenle, yasa koyucu TMK.md. 122 hükmü ile nişanlanmanın sona ermesi halinde, hediyelerin geri verilmesi konusunu daha hafif koşullara bağlamak istemiştir.

Nişan, evlenme dışındaki bir sebeple sona erdiği halde, tarafların aldıkları hediyeleri korumaları haksız olacaktır. Nişanlanmanın amacı olan evlenme umudu ile verilen hediyelerin, bu umudun gerçekleşmemesi nedeniyle iadesi, haksız zenginleşmeye sebebiyet vermemesi amacıyla düşünülmüştür.

Koşulları

1. Nişanlılık İlişkisinin Varlığı

TMK.md. 122, bir nişanlılık ilişkisi mevcut ise uygulanabilir. Nişanlılık mevcut değilse, taraflar sadece arkadaşlık veya dostluk ilişkisi içinde iseler, verdikleri hediyelerin geri verilmesi konusunda TMK.md. 122 hükmü uygulanmayacaktır. Bu anlamda olmak üzere, bir kişinin arkadaşına vermiş olduğu hediyenin arkadaşlık ilişkisinin değişik nedenlerle son bulması nedeniyle iadesi TMK.md. 122 hükmüne dayanılarak talep edilemez. Koşulları varsa, sebepsiz zenginleşme ile ilgili TBK.md.77 vd. bağışlamanın geri alınmasına ilişkin TBK.md. 295 hükmünün uygulanması gündeme gelebilir.

Geri istenebilecek hediyeler, nişanlılığın başlamasından sona erme tarihine kadarki hediyelerdir. Bunun sonucu olarak, nişanın sona ermesinden sonra verilen hediyeler madde kapsamına girmezler.

2. Alışılmışın Dışında Hediye Verilmiş Olması

TMK.md. 122 fII, hediyelerin geri verilmesinden söz etmektedir. Bu nedenle, verilenler hediye niteliği taşımıyorsa bu hüküm uygulanamaz. Bu anlamda olmak üzere, nişanlıların birbirlerine kira, kullanma ödüncü, tüketim ödüncü, inanç anlaşması gereği verdiklerinin iadesi, bu maddeye değil, bu konulara ilişkin genel hükümlere tabidir.

Maddede geri verilmesi talep edilecek olan hediyelerin “alışılmışın dışında” olması koşuluna yer verilmiştir. Kaynak İMK.md.94’te böyle bir sınırlandırmaya yer verilmemiştir.

Maddenin bu düzenlemesi karşısında nişanlılara verilen mutad (alışılmış) hediyelerin iadesi söz konusu olmayacaktır.

Bu koşulun uygulanmasında, mahalli örf ve adetlere, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına, hediyenin değerine bakılmalıdır. Bu anlamda olmak üzere nişanlıya özel günlerde verilen çiçek, pahalı olmayan kullanacağı bir eşya, alışılmış hediye kabul edilmeli ve geri vermeye tabi tutulmamalıdır.

TMK.md. 122 hediyelerin geri verilmesinden söz ettiğinden, buraya nişanlıya verilen maddi şeyler girerler. Bunun sonucu olarak, nişanlıya karşılıksız kullandırmalar veya harcanan emekler, hediye kavramına girmez ve TMK.md. 122 hükmüne göre, geri verilmesi söz konusu olamaz. Bu anlamda olmak üzere, nişanlıya bir konutun, bir eşyanın karşılıksız kullandırılması (karşılıksız kullandırma), ona ait bir işin karşılıksız olarak görülmesi (emek harcama) hediyelerin iadesine konu olamaz. Bunlar için, koşulları varsa, TBK.md.77 vd. hükümlerine göre sebepsiz zenginleşme gündeme gelebilir.

Burada, nişanlıların birbirlerine verdikleri mektuplar ve fotoğraflar ile günümüz teknolojileri olan CD veya DVD’lerin iadesi üzerinde durmak gerekir.

Öğretide mektup ve fotoğrafları da hediye kavramı altında ele alıp bunların da bu madde gereğince iadesi gerektiğini savunanlar vardır.

Buna karşılık, öğretide baskın görüş, bunların hediye kavramına girmedikleri, bunların geri verilmesinin kişilik haklarının korunması ile ilgili TMK.md.24-25 hükümlerine tabi olduğunu kabul etmektedir.

Biz de, bu çoğunluk görüşüne katılmaktayız. TMK.md. 122 “hediyelerin geri verilmesi”ni hükme bağlarken nişanlıların birbirlerine verdikleri maddi değeri olan varlıkları esas almıştır. Mektup ve fotoğraflar bir madde üzerinde cisimlenmiş Olsa bile, bu maddenin maddi bir değeri mevcut olmayıp, bunların sadece manevi değerleri vardır. Bu nedenle, bunların geri verilmesi konusunda TMK.md. 122 hükmü değil; kişilik hakkını koruyan genel hükümler uygulanabilir. Bu genel hükümlerin başında, kuşkusuz TMK.md. 24-25 hükmü gelir. Bunun dışında, 5846 sayılı FSEK’muzun (Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu) 85 ve 86. maddeleri ile, mektup ve fotoğraf üzerindeki hakların etkili bir şekilde korunması mümkündür. FSEK. md.85 mektup, hatıra ve benzeri yazıları yazanların rızası dışında, bunu alanların yayımlamasını, yani kamuoyuna açıklamasını yasaklamıştır. Keza, FSEK.md.86 f.I hükmü de, resim ve portrelerde resmedilen kişinin rızası olmadan bunların hir ve umuma arz edilmesini yasaklamıştır.

3. Hediyenin Nişanlılar ya da Ana-Baba veya Onlar Gibi Davrananlar Tarafından Verilmiş Olması

Yasa, hediyelerin geri verilmesi talebini kişiler bakımından sınırlandırmıştır.

Buna göre, hediyelerin geri verilmesini bunu veren nişanlı, ana-baba veya ana-baba gibi davrananlar talep edebileceklerdir.

Hediyeyi nişanlı diğerine vermiş ise, bunu geri talep edebilecektir. Ancak nişanlılara diğer nişanlının ana-babası veya onlar gibi davrananlar da hediye vermiş olabilir.

İMK.md.94, hediyelerin geri verilmesi talebini sadece nişanlılar için hükme bağlamıştır. Nişanlılar dışında kalan üçüncü kişilerin (ana, baba ve bunlar gibi davranan ya da bunlar dışındaki diğer üçüncü kişilerin) verdikleri hediyeler konusunda sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümlerin uygulanacağı kabul edilmektedir.

Bunlar dışında kalan kişilerin hediyelerin geri verilmesini isteme hakkı yoktur. Bu anlamda olmak üzere, nişanlanma töreni sırasında ya da sonrasında nişanlıların akrabalarının diğerine verdikleri hediyeler buraya girmez. Bu kişilerin nişanın evlenme dışındaki bir sebeple sona ermesi halinde, koşulları varsa, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre hediyelerin iadesini talep edebilecekleri kabul edilmektedir”. Öte yandan nişanlıya değil de, onun yakınlarına, örneğin nişanlının anasına, babasına, kardeşlerine verilen hediyelerin geri verilmesi de TMK.md. 122 hükmüne giremez. Bunlar için de ancak koşulları varsa TBK.md.77 vd. hükümlerine göre, sebepsiz zenginleşme gündeme gelebilir.

4. Nişanlılığın Evlenme Dışındaki Bir Sebeple Sona Ermiş Olması

Evlenme dışında sona erme sebepleri arasında, ölüm, ehliyet kaybı, cinsiyet değişikliği, başkası ile evlenme gibi haller yer alır.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, İMK.md.94 f.III, bizim TMK.md. 122 ‘den farklı olarak, nişanlılardan birinin ölümü halinde hediyelerin geri istenemeyeceğini hükme bağlamıştır. Bu düzenleme bizim TMK.md. 122 ‘den daha isabetli ve insanidir. Hediyeyi alan nişanlının ölümü halinde, verenler onun yasal mirasçılarından iade talep edebileceklerdir. Çocuklarını kaybetmenin acısını taşıyan bir anne ve baba gibi yasal mirasçılardan, bu yetmiyormuş gibi ona verilen hediyelerin geri istenmesi; aynı şekilde hediye alan taraf, sağ kalan nişanlı ise, ölen nişanlısını kaybetmenin acısını taşırken, onun yasal mirasçılarının ondan hediyelerin geri verilmesini talep etmelerinin insani ve ahlaki olmadığını düşünmekteyim.

Bu koşulların gerçekleşmesi halinde, hediyeyi alan nişanlı aldığı hediyeyi geri vermekle yükümlüdür.

Maddede “geri vermekten” söz edilmiştir. Buna göre, bu talep mülkiyet hakkına dayanmaktadır. Bunun sonucu olarak, hediyeyi alan nişanlı “aynen iadeyle” yükümlüdür. Hediyeyi veren kişi için, mülkiyet hakkına dayanan bir borç doğuran talep söz konusudur.

İadesi gereken hediye, misli bir eşya olabilir. Örneğin; nişanlıya verilen cumhuriyet altını misli bir eşyadır. Bunun aynen iadesi gerekir.

Ancak TMK.md. 122 f.II, verilen hediyenin ve misli eşyanın aynen iadesinin mümkün olamayacağı hallerde, mülkiyetin iadesi talebi yerine sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanacağını hükme bağlamıştır. Bunun sonucu olarak, nişanlıya hediye edilen otomobil bir üçüncü kişiye satılmışsa, aynen iadesi mümkün olmadığından bunun yerine alınan paranın ya da hediye edilen altınlar satılmışsa mislen iadesi mümkün olmadığından, bunun parasal karşılığının sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre (TBK.md.77 vd.) tazmin edilmesi söz konusu olacaktır. Bu durumda, iadesi gereken eşyanın iadesi talebinin yerini para alacağı alacaktır. Para alacaklarında ise, temerrüt faizi gündeme gelecek, TBK.md. 117 f.II gereğince, sebepsiz zenginleşme tarihinden itibaren temerrüt faizi istenebilecektir.

Konu hakkında daha detaylı bilgi almak için bizlere ulaşabilir veya uluchukuk.com/bursa-aile-hukuku-avukati sayfası üzerinden avukatlarımıza sorularınızı yöneltebilirsiniz.

Bursa boşanma avukatı

Velayeti̇n Ana Ve Babanın Velâyet Görevi̇ni̇ Gereği̇ Gi̇bi̇ Yeri̇ne Geti̇rememesi̇ Sebebi̇yle Kaldırılması Davası

Çocuğun velayet hukukuna göre korunmasında nitelikli önlemlerin en şiddetlisi/genişi velayetin kaldırılması (TMK.m.348) olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Ana ve babanın velâyet görevini gereği gibi yerine getirememesi diğer koşulları da varsa velâyetin kaldırılmasına sebebiyet verir. Velâyetin kaldırılmasına karar verebilmek için ana ya da babanın velâyet görevini gereği gibi yerine getirememesi çocuğun temsil edilmesinde güçlük yaratmalıdır. Diğer bir ifadeyle velâyet görevini gereği gibi yerine getirememe aynı zamanda çocukla ilgili gereken kararların alınmasını da engellemelidir. Aile mahkemesi tarafından ana ve babanın velâyet görevini gereği gibi yerine getirememesi hallerinde velayetin kaldırılmasına karar verilebilmesi için çocuğun korunmasına ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılıyor olması gereklidir.

Aile mahkemesi tarafından verilecek kararda aksi belirtilmedikçe, velâyetin kaldırılması mevcut ve doğacak bütün çocukları kapsar. Velâyet görevini gereği gibi yerine getirememesi sebebiyle velâyet ana ve babanın her ikisinden kaldırılırsa çocuğa bir vasi atanır. Bağımsız olarak açılan velayete ilişkin dava ve işlerde basit yargılama usulü uygulanır.

Temsil kayyımı atanabilmesi için TMK m.426 hükrnünde tahdidi olarak sayılan üç sebepten birisinin varlığı şarttır. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz;

  1. Ergin kişi ivedi işini kendisi göremiyor ya da temsilci atayamıyorsa,
  2. Yasal temsilcinin menfaatiyle küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa,
  3. Yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine engel varsa.

Hemen belirtmek gerekir ki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu son kararlarında velayetin kaldırılması davalarında dava konusu çocuğun bir temsil kayyımı ile temsil edilmesini gerekli görmektedir.

Daha detaylı bilgi almak için Bursa Aile Hukuku Avukatı sayfamızı inceleyerek, yardım alabilirsiniz.

boşanma hukuku

Boşanma Hukuku

Eşler arasında kurulmuş evlilik birliğinin mahkeme kararıyla sona erdirilmesine boşanma denir. Hukukumuzda boşanmaya ilişkin hükümler 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunun 161. Maddesi ve devamında düzenlenmiştir. Boşanma davalarında sıklıkla uygulama alanı bulan bir başka kanunda, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine dair kanundur. Boşanma sadece kanunda öngörülen sebeplerin varlığı halinde açılacak dava ve hakim kararıyla mümkündür. Mevcut hukuk sistemimizde nüfus müdürlüğü gibi idari makamların boşanmaya ilişkin bir karar vermeleri mümkün değildir. Boşanma hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı olan bir haktır. Bu nedenle davayı ancak eşler açabilir fakat çok istisnai hallerde yasal temsilcinin de boşanma davası açtığı durumlar olabilmektedir.

Türk Medeni Kanununda boşanma sebepleri belirtilmiş ancak kendi içinde bir gruplandırma yapılmamıştır. Söz konusu boşanma sebepleri çok çeşitli gruplandırmalara tabi tutularak inceleme konusu yapılabilmektedir. Bu gruplandırmalardan biri boşanmanın özel sebepleri ve genel sebepleridir. TMK’da yer alan; Zina, Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, Terk, Akıl hastalığı şeklinde düzenlenen boşanma sebepleri, özel boşanma sebepleridir. Bunun yanı sıra evlilik birliğinin sarsılması genel boşanma sebebidir.

Özel boşanma sebeplerinin ihtiyacı karşılamaya yetmeyeceğini düşünen kanun koyucu, bunların yanında bir de genel boşanma sebebine yer vermiştir. Türk Medeni Kanunun 166. Maddesi genel boşanma sebebini üç grup altında toplamıştır. Buna göre; evlilik birliğinin sarsılması, eşlerin boşanma hususunda anlaşmaları ve ortak hayatın kurulamaması şeklinde düzenlenmiştir. Evlilik birliğinin sarsılması sonucu dava açılabilmesi kanunda bazı koşulların varlığına bağlanmıştır. Buna göre; evlilik birliği temelinden sarsılmış olmalıdır. Evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğunun kabul edilmesi için, eşler arasında önemli fikir ve duygu ayrılığının bulunması aranır. Bu sarsılma sonucunda, eşlerden müşterek hayatı sürdürmelerinin beklenemez olması gerekir. Yine başka bir şartta davacının kusurunun daha ağır olduğu itirazının yapılmamış olması veya bu itirazın reddedilmiş olmasıdır. Anlaşılacağı üzere TMK’nın 166. Maddesine dayanılarak boşanma davasını açacak eşin, diğer eşten daha az kusurlu olması aranır.

Türk Medeni Kanunun 166. Maddesi eşlerin anlaşarak boşanabilmelerini öngörmüştür. Uygulamada anlaşmalı boşanma şeklinde tabir edilen bu genel boşanma sebebinde, eşler; boşanmanın sonuçları konusunda karşılıklı anlaşarak bir protokol imzalayıp hakimin huzurunda boşanmak istediklerini beyan ederler. Bu boşanma sebebinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması kesin bir karine olarak kabul edilmiş dolayısıyla hakime aksinin geçerli olup olmadığını araştırma yetkisi verilmemiştir. Ancak anlaşmalı boşanmanın da kanunda öngörülmüş birtakım şartları vardır. Buna göre; evlilik en az bir yıl sürmüş olmalıdır. Boşanmak için eşler birlikte başvurmalıdır veya bir eş diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmelidir. Boşanma kararı verebilmek için hakim, bizzat tarafları dinlemek zorundadır. Hakim tarafların iradelerini serbestçe verdiklerine kanaat getirmelidir. Taraflar, boşanmanın mali sonuçları ile varsa çocukların durumu hakkında anlaşmış olmalı ve hakim bu düzenlemeyi uygun bulmalıdır. Taraflar anlaşmalı boşanma hususuna karar verdikten sonra, özellikle boşanmanın mali sonuçları ve çocukların velayeti hususunda ileride herhangi bir hak kaybına uğramamak için boşanma alanında uzman bir avukat desteği ile boşanma protokolü hazırlamalıdırlar.

Boşanma davasının açılması üzerine, eşlerin ve çocukların bu durumdan zarar görmeleri muhtemeldir. Bu sebeple gerekli tedbirlerin hakim tarafından alınması gerekmektedir. Türk Medeni Kanunun 169. Maddesine göre, hakim özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakımın ve korunmasına daire geçici tedbirleri kendiliğinden alır. Bu geçici tedbirlerin bazıları, eşler açısından tedbir nafakası, çocuk bakımından ise iştirak nafakasıdır. Hakim tedbir nafakasına hükmederken, boşanma davasını kimin açtığını, kimin kusurlu olduğunu göz önünde tutmaksızın, tarafların mali durumuna göre karar verir. Boşanma davası açıldıktan sonra ve dava devam ederken hakim ayrıca çocukla diğer eş arasındaki ilişkileri de düzenler.

Boşanma kararının verilmesi ile birlikte birtakım sonuçlar ortaya çıkar. Bu sonuçların bazıları kanun gereği kendiliğinden meydana gelirken bazıları ise talep üzerine ortaya çıkmaktadır. Boşanma kararı ile birlikte talep olmaksızın ortaya çıkan sonuçlardan biri mal rejimine ilişkindir. Kanundaki düzenlemeye göre; boşanma ile birlikte mal rejiminin tasfiyesine gidilir. Önemle belirtmek gerekirse, mal rejimine ilişkin talepler boşanma dava dilekçesi ile değil ayrı bir dava konusu yapılarak talep edilmelidir. Hukukumuzda yasal mal rejimi 01.01.2002 tarihinden itibaren edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu mal rejimine göre; eşlerin evlilik birliği içerisinde edindikleri mallara diğer eş ortaktır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını kapsar. Tasfiye halinde eşlerin kişiler malları ve edinilmiş olan malları ayrılarak gerekli hesaplamalar yapılmaktadır. Bu konuya ilişkin önemli olan bir başka hususta 01.01.2002 tarihinden önce alınan mallarda söz konusu tarihlerde yürürlükte olan yasaya göre, mal ayrılığı rejiminin uygulanacak olmasıdır. Bu sebeple boşanmayla birlikte mal rejimi davası açılacaksa sorgulanması gereken en önemli konulardan biri evlilik birliği içerisinde alınan malların hangi tarihlerde alındığı hususudur. Boşanma kararı ile birlikte hakimin re’sen düzenleyeceği bir başka hususta çocukların durumu ve ana baba ile ilişkilerinin düzenlenmesidir. Hakim kendiliğinden çocukların velayetinin kime ait olacağını düzenler. Velayete ilişkin düzenlemelerde göz önünde tutulan tek ölçü, çocuğun menfaatidir. Ana babanın menfaati ikinci planda kalır. Çocuk kendisine verilmeyen taraf, gücü oranında çocuğa nafaka verir. Buna iştirak nafakası denir. Zaman içinde hakimin aldığı tedbirlerin yeni olaylar karşısında değiştirilmesi gerekiyor ise hakim talep üzerine önceki tedbirleri değiştirebilir.

Boşanma kararının verilmesi sonucunda hakim talep üzerine, maddi tazminata, manevi tazminata ve nafakaya hükmedebilir. Maddi tazminat talep edebilmek için kanunda öngörülen şartların varlığı aranır. Buna göre; boşanmada kusuru daha az olan taraf maddi tazminat talebinde bulunabilir. Tazminat isteyenin boşanma yüzünden bir zarara uğraması gerekir. Ayrıca tazminat ödeyecek taraf, kusurlu olmalıdır. Söz konusu şartlar gerçekleştiği takdirde daha az kusurlu olan eş maddi tazminat talep edebilir. Yine kişilik hakları saldırıya uğrayan eşler manevi tazminat talebinde bulunabilirler. Boşanma davasının bir başka mali sonucu ve yine talep üzerine takdir edilen husus yoksulluk nafakasıdır. Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, yoksulluk nafakası talep edebilir. Yoksulluk nafakası talep edebilmek için kanunda belirlenen şu şartların gerçekleşmesi gerekir; nafaka talep eden, diğer taraftan daha az kusuru olmalıdır. Buradan anlaşılacağı üzere nafaka ödeyecek taraf, kusursuz da olsa, koşulları varsa nafaka ödemeye mahkum edilebilir. Bir diğer şart ise nafaka talep eden tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşmesidir.

Görüldüğü üzere boşanma sadece evlilik birliğinin sona ermesi bakımından sonuçlar doğuran bir kurum değildir. Boşanmanın mali sonuçlarından, çocukların velayetine kadar çeşitli sonuçları vardır. Evlilik birliğinin dağılmasının yıkıcı etkisiyle doğru kararlar ve doğru taleplerde bulunamayan eşler daha sonrasında çeşitli sıkıntılar yaşama ihtimali ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bu nedenle boşanma konusunda uzman bir avukattan destek alınarak davanın açılması ve sonrasında takibinin yapılması çok daha sağlıklı ve tarafların menfaatine olacak sonuçlar doğurmaktadır.

Boşanma Sebepleri

Boşanma; usulüne uygun kurulmuş bir evlilik birliğinin eşler hayattayken sona erdiren bir durumdur. Boşanma konusu Türk Medeni Kanunu’nun 161 – 184. maddelerinde düzenlenmiştir. Medeni Kanunun 161. - 166. maddeleri arasında boşanma nedenleri sayılmıştır.

Devamını Oku

anlaşmalı boşanma protokolü örneği

Anlaşmalı Boşanma Protokolü Örneği

ANLAŞMALI BOŞANMA DAVASINDA

ANLAŞMA PROTOKOLÜ

VELAYET:

Müşterek çocuk …’ nın velayeti annesinde kalacaktır. Babası ile çocuk arasında cumartesi günleri saat 10.00-18.00 arasında kişisel münasebet tesis edilecektir. Baba … çocuk için aylık … Türk Lirası iştirak nafakası ödeyecektir. İleride nafakanın arttırılıp eksiltilmesi konusunda taraflar anlaşamazlar ise mahkemenin takdirine bırakılacaktır.

Devamını Oku